10 Nisan 2012 Salı

DOMİNO



İdam alanına götürülüyorum. Hâlâ şaşkınım. Her şey ne çabuk... oldu bitti! Bir gün gidecektim, biliyordum, düşünmemeye çalışıyordum, ama bugün olacağını... Aptal kafam! 18 yaşına girdim! Bunu düşünmeliydim...

Ah baba! Beni buna sen mahkum ettin! Bugünler için mi yetiştirdin?

Alana çıkıyoruz. Bakmak istemiyorum. Zorluyorlar. Olamaz! Ne çok insan! Hepsi bana bakıyor. Ne utanç verici! Hayır benim suçum yok! Yok... Yok...

Sakin olmalıymışım... Cesur olmalıymışım... Başım... Başımı da dik tutmalıymışım!
Sonunda oluyor. Emir veriliyor. Hepsi kurşuna diziliyor... Teker teker düşüyorlar. Yıkılan domino taşları gibi.

Tanrı günahlarını affetsin... Tanrı günahlarını affetsin baba.






ET



Et sevmezdim. Annem her gün et yapardı. Bir kardeşim vardı. O çok severdi eti. Annem her gün et yapardı. Hemen her gün. Arada yapmadığı olurdu. Başka işleri olurdu. Hazır yerdik. Etten başkasını annem yapmazdı. Onun hep kötü bir anne olduğunu düşünürdüm. Bir zamanlar öyle düşünürdüm. Sonra geçti. Çünkü kardeşim annemin kötü olduğunu düşünmüyordu. O zamanlardan bugüne taşıdığım şeylerden biri bu: Birisi için iki kişi iki ayrı kanıdaysa o işte bir tuhaflık vardır. Annemin beni sevmediğini de sanmıyorum. O sadece et yapmayı çok seviyordu. Belki yapmasını bildiği için seviyordu, belki yemesini de seviyordu. Bize et yedirip yedirmemek ise umurunda değildi, bir şeyler yedirmek yeterliydi, karnımızı doyurmak... O da bunu yapıyordu, hem de en iyi yaptığı şeyi yaparak... O yüzden annemin kötü olmadığını düşünmeye başladım. Kardeşimi benden daha fazla sevmediğini de. Annem bir gün tabaklarımıza et koyarken sordu: “Et seviyor musunuz?” Kardeşim hemen atıldı: “Evet, seviyoruz.” Ben biraz durdum. Sonra yanıtladım: “Evet.” Bu hiç olmadı. Olsaydı? Ben yokken kardeşime sormuş mudur? Sorsa ne olacaktı ki, annem et yapmayı seviyordu. Şimdi biliyorum. Annem kötü değildi. Sadece et yapmayı seviyordu. Bize aldırdığı bile yoktu. Ama bu kötü değildi. Nasılsa büyüyünce et yemeyen biri olacaktım.

Karım iyi biri.








YERLİ FİLM



Bey! diyor, koş, işte yine çıktı. Bey koşuyor. Kuruluyor koltuğa. Sonra öyle oturmanın ayıp olduğunu düşünüyor. Dikleşiyor. İki dirseğini iki dizine dayayarak ellerini kavuşturuyor, üşüyormuş gibi avuç içlerini birbirine sürtüyor. Üşüyormuş gibi. Ya da kârlı bir pazarlık yapmış gibi! Kadın ayakta. Kumandadan sesini açıyor biraz daha. Koyu kan lekelerini halıdan çıkarmak zor olacak. Tebeşirler özel tebeşir mi, halıya nasıl da çizmişler? Bir ölünün etrafını tebeşirle çizmek! Sağ yukarı köşedeki yuvarlağın içindeki kadın bilgileri veriyor, günlerdir, bininci kez: Ünlü sanayicinin kardeşi onunla birlikte sekreteri de ofisinde kimliği henüz belirlenemeyen geniş güvenlik önlemleri bir açıklama yapan ünlü sanayici katilleri bulana kardeşimizin acısı...

Sol yukarı köşede kardeşin vesikalık fotoğrafı asılı duruyor. Gülümsüyor. Hanifem yok mu? diye soruyor bey. Başka kanala geçiyor kumandalı kadın. Biraz dolaşıyor. Sonra usanıp beye veriyor kumandayı. Bu kez bey zapping yapıyor. Bir kanalda göğüslerini elleriyle sıkıştırıp masaya dayanmış bir kadında duruyor biraz bey. Böyle görüntülerde hep durur. Şimdi de. Ne farkı var. Kadın sesini çıkarmıyor. Hiç çıkarmaz. Şimdi de. Ne farkı var. Bey değiştiriyor. Kadın seviniyor. Sevinmek! Koltuğun üzerindeki gazetelere bakıyor. İki tane. Hep bir tane alırlardı. Kendi cebinden verdi ikincinin parasını. Bey sormadı hiç. Okudu hepsini ama. İkinci gazeteyi de. Daha pahalı, daha sayfalı ikinci gazeteyi. Spor sayfasını da. En çok onu. Sormadı ama, parasını kim verdi diye.

Eski bir yerli film yakalıyor bey. Arkasına dayanıp belli belirsiz seyrediyor. Bininci kez.

Kadın gazetelerin yanına çöküyor. O da seyrediyor. Sonra gazetenin o sayfasını açıyor. Orada da tebeşirli hayalet, kanlı halı. Aşağıda bir adamın vesikalık fotoğrafı. En altta bir kadın fotoğrafı daha. Fotoğrafı okşuyor kadın. Ama gazetedekini değil. Kendi elindekini... Hanife... Yerli filme bakmaya başlıyor sonra.








OTOMATİK GEÇİŞ SİSTEMİ



Evet şu anda köprüden atladınız ve düşüyorsunuz, ne düşünüyorsunuz? Valla hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor desem yalan. Sadece şu son birkaç dakikanın muhasebesini yapıyorum, sonuçta nasıl olsa öbür tarafta düşünecek dolu vaktim olacak. Şimdi, efendim, şöyle oldu, düşününce çok ilginç! Arabayla geçiyordum haliyle, bir anda para çekmediğimi fark ettim. Arasıra olur, kafeye falan girerken bir anda fark ederim, çeker gider gelirim, bende paranoya hâlini aldı. Şimdi, köprüde geri dönüş yok, e gişelerde derdimi anlatmak hiç bana göre değil, öyle ezil büzül, imkanı yok yapamam, peki ne yapacağım? gişelere de yaklaşıyorum durmadan, yavaşladım yavaşladım durdum sonunda, ayaklarım geri geri gidiyor ama bu da mümkün değil köprüde, hem bu sefer de polislere dert anlat, tabii sağ olsun halkımız çok anlayışlı, korna çalmadan duramaz, hele o taksiler! yolun ortasında durur yolcu için, öndeki dursa laf eder! belki bozuldu araba, benzin bitti, su kaynattı, belki intihar edeceğim! belki gişelere verecek param yok ve utandım bundan, manzara seyretmek için durmadık ya... Neyse kornalara dayanamayıp çıktım arabadan, korkuluklardan atladım, hayır denize değil henüz, servis yoluna. Öbür dünyaya servis yolu oldu benim için, hah hah hah. Tabii hemen bir polis arabası, indiler peşimden yakalayıp götürecekler, işin yoksa sorguda uğraş, gazeteler mazateler, hayır polis sorgusuna götürülmeyi dert etmeseydim yanaşır gişeye, param yok kardeşim, derdim, ya da hiç yapamam ya, geçer giderdim ödemeden, başaran olmuş mudur? otomatik geçiş sisteminden epeyce kaçak varmış, akıllı geçinir ya halkımız, artık ne kadar geçinirse! Böylece ben de son korkuluklardan... yok, tutunuyorum daha hâlâ. Polisler, dur mur... param yok, diye anlatmaya çalışayım falan dedim, isteksiz birkaç cümle çıktı ağzımdan, bezgin zannettiler tabii beni, enflasyondan, hayat pahalılığından falan, ama sadece bir milyoncuğum yok, ve sadece şu anda yok, bir bankamatik bulsam geçenlerin hepsine ısmarlayacağım...

Dur mur, hallederiz mallederiz, derken ben atladım mı düştüm mü? tam bilemiyorum ve işte gördüğünüz gibi iniyoruz aşşa doğru.

Peki son olarak ne söylemek istersiniz? Hay valla bu laf çok yerinde oldu, son laf cidden. Ya, içimden bir şey geçti ama ifade edebilir miyim, bir deneyeyim, bir araba geçti içimden, tam da benimkinden, bir adam kullanıyor, bana da benziyor, şurdan geçti sanki biraz önce, gişelere gelmeden sağa yanaştı oradaki iki polisin önünde durdu, indi arabadan ve nasıl dediyse, ne anlattıysa, hiç bilmiyorum, duyamadım, ama gördüm, polislerin teki çıkardı buna para verdi, adam da bindi arabasına, ödedi gişeye ve bastı gitti. İçimden böyle bir şey geçti, son olarak.

İlginç, nasıl yorumluyorsunuz bunu? Öyle yapmak istediğiniz için her halde, yapamadığınız için ama, bir pişmanlık desek... Valla pişmanlık değil de, çünkü öyle yapmış kadar oldum, bir yarım geçti köprüden, artık sırat köprüsü mü dersiniz, bir yanım rahatladı, hayır ben o adamı düşünüyorum, o adamın içinde bir rahatsızlık var gibi geldi, köprüden geçen ben mi demek lazım, benim köprüden geçen yanım, yarım mı, onun da sanki bir yarısı arabasını durdururken, polislerden para isterken, ne tepki alacağını bilmezken, aldığı parayı cebe indirirken, sanki diğer yarısı da şu anda benim yaptığımı yapmak istiyormuş gibi geldi. Öyle geldi işte bir an...







ÖLÜMLÜ DÜNYA



-Nasıl olsun?

-Nasıl mı olsun!.. Berber mi yahu burası...

-Berbere de boynunu teslim etmiyor musun! Yani iple mi, giyotinle mi, elektrikle mi, yoksa zehirle falan mı? Özgün bir yöntem gelirse aklına ve yapabileceğim bir şeyse tabii daha çok zevk alırım. İşimi severim ama arasıra monotonlaştığını düşünmüyor da değilim.

-Giyotini her zaman daha çekici bulmuşumdur.

-Erotik mi?

-Nasıl!

-Birisi söylemişti de. Neyse. Gel bakalım.

-Senin için yine biraz monoton olacak ama, kusura bakma...

-Zararı yok.

-Yalnız bir dileğim var. Son dileğim.

-Nasıl, sormadılar mı?

-Sormadılar.

-Bazen böyle unuturlar işte. Kalpsizler. Neyse söyle bakalım. Yapabileceğim bir şeyse...

-Sadece senin yapabileceğin bir şey aslında.

-Öyle mi, bak heyecanlandım şimdi. Pek olmaz da bende.

-Yüzünü görebilir miyim?

-Nasıl! Maskemi mi çıkartayım istiyorsun?

-E başka bir yolu yoksa...

-Başka bir yolu yok. Hiç yolu yok. Olmaz.

-Aman ne olacak canım. Şu üç günlük dünyada...

-Senin için öyle de...

-Heyecan aramıyor muydun? Al işte.

-Arıyordum da...

-Hadi ama. Sıkıldım ben. Göstereceksen göster.

-Senin gibisini de görmedim. Neyse beni ikna ettin gibi gözüküyor. Caymadan hemen çıkartayım. Birkaç saniyecik ama, tamam mı?

-Tamam canım, ne kadar ilginç bir suratın olabilir ki...

-O zaman neden istiyorsun!

-Bilmem! İçimden geldi. Başka bir şey mi isteseydim dersin?

-Yok, olmaz. Artık bu heyecanı benden alamazsın.

-Peki, madem o kadar istiyorsun.

-Akıllı adamsın, sanki benim isteğimmiş gibi gösterdin. Sahi suçun neydi senin?

-Sence bir cellatla idam edeceği adamın bu kadar konuşması normal mi?

-Ne normal ki zaten şu üç günlük dünyada... Neyse haklısın. Al, çıkarttım.

-...Eveeet...

-Ama! Sen ne kadar da bana benziyorsun.

-Tabii ya, ben senin gençliğinim.

-Ama bu nasıl olabilir?

-Ne normal ki zaten şu üç günlük dünyada...

-Ama ben seni nasıl idam ederim şimdi!?

-Senin de düşündüğün tek şey iş. Şurada bir mucizeyle karşılaşmışsın.

-Bu bir rüya olabilir ancak!

-Belli olmaz. İdam edecek misin beni?

-Neden çıkarttım ki maskemi!

-Görevini yap bence. Yoksa seni fena yaparlar.

-Fena mena! Seni idam edersem nasıl olurum ben?

-Ne olmuşsun ki. Bir cellat!

-Öyle deme. İş mi var adam gibi. En azından burda biraz saygınsın. Maskeler falan. Yaşarsan görürsün.

-Yaşarsam!

-Yaşasın, buldum. Senin yerine geçecek birini bul, ben görevimi yapayım sen kurtul.

-Ve sen de kurtul.

-Ve sen de kurtul.

-Tamam, var böyle biri.

-Deme! Nasıl ikna ettin onu?

-Zor oldu ama bu başka bir hikayenin konusu. Bir gün anlatırım.

-Kimmiş?

-İşte. Gel baba.

-Baban mı?

-Hayır lafın gelişi. Masken de yok, bak bakalım iyice suratına.

-Ama! Bu ne kadar da bana benziyor.

-Evet, bu sensin. Şimdiki sen.

-Bu nasıl olabilir?

-Ne normal ki zaten şu üç günlük dünyada...

-Ama ben nasıl idam ederim ki şimdi beni!?

-Senin de düşündüğün tek şey iş. Şurada bir mucizeyle karşılaşmışsın.

-Bu bir rüya olabilir ancak!

-Belli olmaz. İdam edecek misin kendini?

-Neden çıkarttım ki maskemi.

-Görevini yap bence. Yoksa seni fena yaparlar.

-Fena mena! Beni idam edersem nasıl olurum ben?

-Ne olmuşsun ki. Bir cellat!

-Olmuşsam olmuşum! Bu gidişle olamayacağım zaten. Beni de idam etmezsem kimi çıkartacaksın başka karşıma? Gelecekteki hâlimi mi?

-Hayır, geleceğin yok senin. Şimdi burada ölmeye yazgılısın.

-Ne! Ulan ayağından sallandırırım seni. Terbiyesizlik etme.

-Ben mi terbiyesizim, sensin terbiyesiz.

-Orası öyle de... Haklısın! Böylece ben de haklıyım.

-Akıllısın.

-Buna tecrübe derler.

-Hadi tecrübe, konuş bakalım.

-Öleceğimi söylüyorsun yani. Şu an, burada...

-Evet.

-Kim kimin celladı anlamadım!

-Herkes kendinin.

-Bak ukalaya! Biz anlamadık sanki. Tecrübeye gerek mi kaldı. Olacak olan olacak.

-Keseceksin o zaman kafanı.

-Bu da benim cezam mı olacak? Cellat olarak mı öleceğim? Ama senin hayatını bağışlamıştım.

-Belki de benim kafamı kesmeliydin. Ama o zaman da idam edilen adam olurdun.

-Daha iyi değil mi?

-İyi mi? Sen hiç idam edilmedin her halde?

-Hmmm... Aslında... Gençliğimde bir kez... Hatırlıyorum öyle şeyler. Peki şimdi uyansam olmaz mı?

-Uyandın zaten. Hadi kes şimdi şunun kafasını.

-Ona şunun deme... Peki onunkini de kesmeyi reddedersem.

-O zaman seninkini keserler.

-Daha iyi değil mi?

-İyi mi? Senin hiç kafan kesilmedi herhalde?

-Hmmm.. Aslında... Gençliğimde bir kez... Hatırlıyorum öyle şeyler.








KOMPOZİSYON ÖDEVİ



Why does it always rain on me
Is it because I lied when I’m at seventeen
Fran Healey (TRAVIS)

Hep benim üzerime yağar yağmur neden
Belki de yalan söylediğim için
Onyedimdeyken




Konu: Geçen yaz başınızdan geçen ilginç bir olayı anlatın.

2-A 462
Ahmet Urlar (Sarıoğlan)


AİLEMİZ BÜYÜYO

Geçen yaz benim ailemle yaşadığım sahil koyuna amca geldi. Biz koyumuzda annem babam ve ben yaşıyoz. Gidiş geliş denizden daha kolay o yüzden daha zor. Pek uzaklaşamayız o yüzden. Okul iyi oldu. Pansiyonumuz var bizim.Yazın birkaç insan kalyor. Paramızı onlardan kazanıyoz. Ben barda barmanlik yaptım bu yaz. kışı bu parayla geçiriyoz. Bazan zor oluyor yaz gelmeden paramız bittiği oldu. Çok şey almıyoz o zaman kasabadan , tam bilmiyorum başka şeyler yapıyoz, annem yapıyor.Elbiselerimizi kendimiz dikiyoz.Yemeğimizide tarladan yiyoz. Annem yazın ücretlere zam yapıyor ama o zaman gelenler kalmaz. Oda yemek parasına zam yapar. Bende barda zam yaptım. Para topluyom televisyon alacam. Annem almam dedi. Olsun ben alacam. Geçen yaz oldu. Turistler gitti havalar güzeldi. Pastırma yaz. amca geldi. Yakşıklıydı, ben öyle buldum. Genelde yabancı turiztler oluyor onların tiplerini sevmiyom. Yerli tip seviyom ben. Bu amcada öyleydi. Tek başına sakin adam. Ayni babam. Bigün yemek yerken annem yanına oturdu. müşterilerin yanına oturmaz. Ben oturum. İçki söyledi babama. Babam abim gibidir. Başka abim yok. Annem tam annedir. Babamla iyi anlaşırız. Çocuk gibidir. Annem bazen çok sert olabiliyor. Babama karşı. O gün de öyle oldu işte. Annem amcanın yanına oturdu. Bi duple istedi. Babam kötü baktı. Annem tersledi onu. İşine bak dedi. Babam anneme karşı gelemez. Sanırım babam annemi kıskandı. Amcaya ters ters bakıp gitti. Doldurdu ama bardakı. Sonra amcayla annem her akşam içmeye başladı. Babamda bende amcayı gidecek diye bekliyoz. Gözlerimizle anlaştık bunu.Amca gitmedi. Bunun üzerine bende kıskandım.

Ondan sonra bir gün bir akşam tartışma çıktı. Ben çardağın tepesinden gizlice dinliyom. Burdan babamı göremiyom ama biliyom oda burda. Amca dediki bu yaştaki çocuk emsirilir mi? Sizi gördüm dedi. Bizi yatarken görmüş. Benim annemin memelerini... emsirme diyordu buna amca. Bu olmazmış. Annem niye diye somadı Ben çok merak ettim. Bence amca da beni kıskandı. Herkes birbirini kıskandı bu yaz. Şimdi aklıma geldi babam bizi hiç kıskanmadı annemle beni Amca zevk alıyodun dedi bende zevk alıyodum. Annemle yatmak çok hoşuma gider. Annem benimle gurur duyduğunu söylüyo. Pipimle oynayınca çok hoş. Ama bir akşam iskelede annemin kucağına yatmışken yanımızda turistler varken istemiştim kızmıştı annem burda olmaz demişti. Annem bunu kimseye söyleme dedi aslında ama. Ama ben sizi çok seviyom öğretmenim. O zaman anladım tuvalet yapmak gibi şey bu emsirmek. Herkezin içinde tuvaletimizi yapıyomuyuz? İzin istiyoz hemde tuvalete gitmek için. Buda öle. Peki amca niye tuhaf buldu. Niye kıskanıyo annem benim o.

Sonra olaylar ondan sonra çıktı. Çocuğuda böyle yapacaksın dedi bağırdı amca. Annemde bağırdı. Televizyon da gömüştüm kasapada babayla anne çocuklar duymasın diye sessiz konuştular. Bizim ailemizde babam konuşmaz. Sonra annem sustu. Lokantanın içine bakıyodu, babam orda. Sonra gitti yanlarına. Bazen babam öyle robot gibi olur. Bizi terkeden baban dedi annem. Amca annemim kocasıymış. Daha önceden burada yaşarmış amcada. Bunu biliyodum , anlamıştım. Annem kızgındı amcaya. Yine bağırmaya başladılar. İsbe dedi sonra bizim koyumuz için. Sonra sözlüğe baktım. Bizim oralar çok sesizdir onu söylüyo. Babamın babasıysa bu amca niye gitmiş, ben anlamadım. Annemde anlatmadı sonradan. Belki sıkılmıştır Bende sıkılmaya başladım artık. İyiiki okul var. Sonra işler çok karıştı. Annemle o amca da kardeşmişler. Annem bağırırken bunu söyledi. Amca annemin bir kocası bir kardeşiymiş. Bunları daha anlamadım. Babamda anlamadı. Öyle bakıyodu. Maymun gibi duruyodu ,kamburunu çıkarttı yine. O kadar söylüyoz yapma diye. Bazen kızıyom ona. Şöyle herhalde babam annemin oğlu olduğuna göre bende annemin oğlu olduğum için büyünce annemin kocası olacam. Anneme sordum cevap vermedi. Okulda aile ansiklopedindede yok.

Öbür günler oldu. Herkes sakindi. Babam amcaya artık sinirli bakmıyordu. Genelde pek bir şey alaşılmaz suratından ama başka zamankinden şaşkındı. Ben annarım Annemle amca yanına oturup konuşmadılar uzun süre. Ben yanlarına gittim aralarına otudum. Beraberce konuşmadık. Amca başımı okşaken sordu hani birdaha çocuğun olamayacaktı? Annem dedi kızımız olsun istiyodun. Mutlaka istiyodun birde dedi niye istediğini biliyordum dedi. Bende kızkardeşim olmasını istiyorum niye bilmiyorum. Şimdi oğlum beni hiç terkedmeycek dedi. Amca babamı sevmemiş gitmiş olabilir. Babamın kimseye zararı yokdur. Kızkardeşim olsaydı güzel olurdu. Oynardık onla. Amca hiç sorunu yokmu dedi benimçin. Annem çok akıllı dedi. Okumayı söktüm onu dediTuristlerle yabancı dil konuşurum ben. Çok meraklı dedi. Okul bitsin dedi. Biraz fazla rahat ama dedi. Hiç utanması yok. Niye utanacağımı anamadım

Son: Amca bizde kalacak. Ben onu sevdim sonradan.








FANUS



İki adam bir fanusun içinde hapis kalmışlar. Nasıl mı kalmışlar hapis? Bir fanusun içinde? İki adam?.. Bilmiyorum!

- İki adam... bir fanusun içinde... nasıl hapis kaldık anlayamadım?

- Tuzağa düşmüş olmalıyız.

- Evet, öyle olmalı. Peki kimin işi bu?

Kimin işi, kimin işi... Aman canım şu Tanrı’nın işine de, akıl sır...

- Neyse! Bir çıkış yolu arayalım bari.

- Ya da fanusu açmanın bir yolunu.

- Açmanın?

- Bir düzenek! Mutlaka olmalı. Bunu düşünmüş olmalı bu fanusu yapan canlı.

Canlı?

- Belki de bir insan değildir bunu yapan!

Olaya bu boyutu katsak mı, ne dersiniz?

- Sanmıyorum. O tür bir öykü değil bu.

Çok ilginç çok ilginç. Bu lafı kahramana söyletmek size de ilginç gelmedi mi?

- Bunu nereden bildiğinizi sormayacağım!

Evet, bildiğin şeyleri sorma. Ya da bilemeyeceğin şeyleri!

- Birinci sınıf bir fanus bu. Mükemmel bir yalıtımı olduğuna hiç şüphem yok!
Bu reklam gibi cümleler... Cık cık cık...

- Bunun bize ne yararı var!?

- Yani düzeneği bulamazsak oksijensiz kalırız. Ama duvarları incelersek bir şeyler bulacağımıza eminim. Şuradan başlayalım.

Gürültü efekti.

- Hey ne yapıyorsunuz?

- Görmüyor musun, fanusu kırmaya çalışıyorum, bir delik açarsak büyütüp çıkabiliriz.

- Neyi büyütüp?

- Deliği büyütüp!

- Ha anladım! Ama böyle hareket ederek gereğinden fazla oksijen harcıyorsunuz.

- Efendim?

- Hay Allah! Neyse biz işimize bakalım. Bu gürültüde çalışmak olanaklı değil ama başka çare yok.

Burada “inatçı herif” de desin. İçinden!

- Evet evet. İnatçı herif!

Bir yarım saat geçer. Ya da bir saat. On beş dakika da olabilir.

- İşte buldum. Düzeneği buldum. Bakın kendi kendine açılıyor fanus. Ne derler; tereyağından kıl çeker gibi. Ne harika! Demiştim size. Nefesinizi boşuna harcamaya ne gerek vardı! Hem o kadar gürültü... Ama bakıyorum sesiniz kesildi! Hey neredesiniz?.. Sesi boşuna kesilmemiş! Kendimi işe kaptırdığım için duymadığımı sanmıştım. Laf aramızda bir şeye yoğunlaştığımda etrafı görmem.

Fanustan dışarı çıkar. Diğer adam bir ağacın gölgesine uzanmış, eee... ne yapıyor olsun? Diyelim elma yiyordur.

- Hoş geldiniz profesör!

- Profesör mü!? Görüyorum ki başarmışsınız çıkmayı. Ama kuzum riske girmeye ne gerek vardı, o kadar yoğun hareket ederek oksijenimizi bitirebilirdiniz. Neyse ki ben zamanında buldum düzeneği.

- Daha dilediğiniz kadar arayabilirdiniz profesör! Açtığım delikten içeri dolan bu temiz hava sayesinde hayatınızın sonuna kadar da arayabilirdiniz!

- Demek... Çok rica ederim, bana profesör demeyiniz lütfen...


Ve bitti. Nasıl? Okuduğum bir makaleden geldi aklıma. Bir kuşu bir fanusa kapatıyorlar, kuş can havliyle fanusun her tarafını gagalayarak çıkmaya çalışıyor ve sonunda havasızlıktan boğulup ölüyor. (Şu bilginler bazen çok zalim oluyorlar.) Kuş hep aynı yeri gagalasa fanusu delip çıkabilecek halbuki... Nasıl? Cidden nasıl?

Şu makaleden söz etmesem mi?








YER KAVGASI



- Oğlum yerini verir misin?

- ...Karşı tarafta nereye gidiyorsunuz hanfendiciğim?

- ..! Evime...

- Nereden geliyorsunuz?

- ...İşimden...

- Hep bu vapura mı binersiniz?

- Hangisi rast gelirse, ama hep binerim...

- Yani buraya oturmasanız da geçecektiniz karşıya Her gün geçtiğiniz gibi Buraya oturmasanız da bu vapura binecektiniz Hatta hiç oturmasanız da Her gün bindiğiniz gibi Evinize bir an önce gidebilmek için Bir sonrakine Bir öncekine Biliyor musunuz ben herhangi bir vapurla da geçebilirdim karşıya Bu saatte ya da herhangi başka bir saatte Aslında geçmesem de olur hiçbir zorunluluğum yok ama geçmeye karar verdim işte bu saatte Bir önceki dolu vapurun arkasından baktım binebilecekken Bunu bekledim oturabilmek için Evet oturabilmek için Buraya ya da başka bir yere ama mutlaka bir yere çünkü kitabımı okuyacağım bu yirmi dakikalık sürede Açıklayayım daha da Buraya oturmazsam yolculuğumun bir anlamı kalmaz Hiç geçmemiş gibi olurum Bir sonraki vapuru beklemek daha iyi olacakken buna binmiş olurum Hatta bir önceki vapura binebilecekken Aslında bu halde hiç binmesem daha iyi olacakken Hata yapmış yani Iskalamış Oturup oturmamam fark ederken benim sizinki o kadar da önemli gözükmüyor Nasıl olsa geçecekken bu vapurla şu karşıya Şimdi söyler misiniz zahmet olmazsa ve beni izleyebilmişseniz Bu yer kimin hakkı daha çok Siz de düşüncelerinizi söyleyin isterseniz konuşmamıza kulak konuğu olmuş yolcular Hiçbir zorunluluğu olmayan zevk için geçen ben mi geçmek zorunda olan bayan mı Bayanın benden daha yaşlı olduğunu benden daha bayan olduğunu da göz önüne alın tabii ama orta yaşlı bir bayan ve genç bir erkek olmamızın dışında bir insana bir insan olduğumuzu düşünerek alın Birimize nezaket gösterilirken diğerine haksızlık yapılması mantığınıza vicdanınıza sığarsa alın Keşke binmeseydim de siz otursaydınız Ya da başka birisi yerini Evet ‘yerini’ ‘Kendi’ yerini size verseydi Ya da boş olsaydı burası Ya da erken çıksaydınız işten Ya da hiç işiniz olmasaydı tümden Ama var Ama çıkmadınız Ama boş değil Ama bindim Ama oturdum bir kez Yani benden yer istemeniz!? Başka birisi? Beni ilgilendirmez Verir ya da vermez Terbiyesiz diye nitelendiriyorsunuz beni Yolcular da öyle Yer vermeyince terbiyesiz Bunu seçme hakkım var mı Kullanıyorum Evet?. Neyse Oturmam için bir neden kalmadı artık Ekildikleri yerde artık duramayan düşüncelerin tohumları çiçeklenmeye başladılar bile Onları ayakta da toplayabilirim Ama sizin tüm bunları düşünürken belki biraz dinlenmeye ihtiyacınız olur Buyrun bayan yerim artık sizindir...








BUNU DİYECEĞİNİ BİLİYORDUM-



“Beni mutlaka ara, en azından sesini duyayım.” demiştin ya, işte arıyorum... Sesimi duyman için yazdığım bir metni okuyacağım sana.

-

-Evet. Yazdım.

-

-Okuyorum zaten.

-

-İşte şu an okuyorum.

-

-Saçma bulacağını biliyordum ya da mantıksız. Ama değil.

-

-Neden? diyeceksin diyecektim kesmeseydin. Neden? Çünkü söyleyeceklerime nasıl karşılıklar vereceğini de düşündüm ve seninkilere vereceğim kendi karşılıklarımı da yazdım.

-

-İnan öyle! Ve şu ana kadar da doğru gidiyorsun.

-

-Evet sen! Ben zaten yazdığım metni okuyorum ama sen farkında bile olmadan doğru okuyorsun.

-

-Evet senin için yazdıklarımı.

-

-Bak anlamaya başladın.

-

-Evet o yüzden de sevdin işte. Seveceğini de yazmıştım.

-

-E tahmin ettim!

-

-Tahmin ettim işte bilmiyorum. Bazen öyle olur ya.

-

-Evet bilmeyebilirsin. Belki de bilebilirsin.

-

-Bana has mı? Bilmiyorum, bu biraz büyüklenme olmaz mı?

-

-Ama burada büyükleneceğimi yazmadım. Öngörmediğim bir şeyi okuyamam. Ama sen çıkmak istersen döngüden...

-

-Biliyordum çıkmak istemeyeceğini. Beni seversin bilirim.

-

-Yo, yo, çok önemli! Birbirlerini seven insanlar ama gerçekten seven insanlar arasında ve yine biliyorsun ki aşktan falan söz etmiyorum, bir telepatik iletişim olur.

-

-Hep söylerim ve şimdi de söylüyorum.

-

-Evet.

-

-Evet.

-

-Bravo!

-

-Nasıl fark edebiliriz ki zaten, telepatiyle iletişim kurmaya alışık değiliz. Es kaza becersek bile fark etmeyiz.

-

-Söylerim istersen ama o zaman söylemezsin.

-

-İşte bunu diyecektin.

-

-E öyle yazmışım!

-

-Örneğin şimdi ’hayır’ diyeceksin.

-

-Biliyorum ‘evet’ dedin, zaten bunu yazmıştım: “Evet! Bak ‘evet’ dedim!”

-

-Şu sözümü dikkatle dinle: Ben, “Örneğin şimdi ’hayır’ diyeceksin.” yazmıştım. Sen de “Evet! Bak ‘evet’ dedim!” dedin ve bu da yazılı. Yalanlamak için ‘evet’ dedin ama yine doğrulamış oldun.

-

-E ama anlamaya çalışmıyorsun ki...

-

-O değil, o daha basit bir anlamaydı.

-

-Bunu akşam buluşup konuşacağız.

-

-Biliyorum ama birazdan seni çağıracaklar ve akşama kadar kaldıramayacaksın başını işten.

-

-Biliyorum inanmayacağını. Ama öyle yazılı.

-

-Biliyorum...

-

-Biliyorum...

-

-Biliyorum... ve işte!

-

-Burada sana bir susku yazmıştım, ister inan ister inanma.

-

-Tamam önemli değil.

-

-Faks mı?

-

-Evet tabii ki hatırladıklarımı yazabilirim ama...

-

-Tabii ki...

-

-Tabii ki...

-

-Ama benim yaptığım bu değil ki. Herkes yapabilir bunu.

-

-Hayır hayır onu demek istemedim, senin söylediğini.

-

-Tamam, biliyorum.

-

-Kalmayacaksın zaten, metnin sonuna geldik.
-

-Tamam...

-

-İşte!









TÜNEL



Bermuda giymiş genç, bol gömlek, ispanyol sakal, tam bir korsan... Cafe’ler Fransız... Köşedeki dönerci pizza da satıyor... Four Seasons Restaurant... Dört Mevsimler... Apoletli garson... Pantolonunun kenarı çizgili... Gramofon Cafe’nin üstü siyasi parti ilçe teşkilat binası... Osmanlı’dan kalma ama sütunları nerden acaba?.. Yunan?.. Çatıların üzerinde minare uçları... Meydanın ortasında bir sanat eseri, demirden heykel... Usta işi? Demirci ustası! (Tarihi? Kim yapmış? Anlamı?) Gitar dükkanları... Eski tarz kepeklerini kapatan kitabevi, iki basamakla çıkılan, mermer girişli... Büro kıyafetli, mini etekli, bronz bacaklı –kimbilir nerede yaktı?- tombul Türk kızı.. İki Afro-Amerikan sevgili... Çaycı... Gülerek geçiyor cafe’nin önünden cafe müşterilerine servis yapmak mı geçiyor aklından... Tramway, yolundan geçen son model arabalar, bir tane Reno, Renault, Resmi Hizmete Mahsustur... Kırmızı-beyaz çizgili tenteli, parlak sarı, kırmızı hakim, Osmanlı havası verilmiş simitçi arabaları böyle olmalarına kim karar verdi... Kıyafetleri yeniçeri ya da Osmanlı esnaf kıyafeti olsaydı simitçilerin belki... Hepsi ayrı bir şeye benziyor... Kendileri olmayan bir şeye... Bir cowboy ve kızılderili eksik... Bir de Çinli... Hah işte Çinliler gözüktü... Dünyanın merkezi mi burası... Cafe’nin içindeki modern aydınlatmalar avize süslemeli... Bir kör, elinde yolunu bulduğu değneği. Bir delikanlı, saç sakal, elinde gitarı yolunu bulduğu... Kırmızı elbise giymiş saçları dağınık kıvırcık bir genç kızın yanından kırmızı arabasıyla geçerken başını çeviriyor adam... İki seyyar ve kadrosuz çöpçü, saçlarını birbirlerine kestiriyorlar belli...

Güney’e tatile gittiğimde tanıştığım genç çocuk... Annesinin ve üvey babasının barına takılıyor, barmenlik yapıyor, bir dolu insanla tanışıyor, gündüz dalış kursunda çalışıyor, dalış dersleri veriyor... Birkaç yıldır işler kesat... Gelenler fazla değil kasabaya... Gün geçtikçe de artmıyor... Kasaba biraz sapa ve gelişmiş merkezlere göre alternatif kalıyor... Çok para kazanamıyor... Kasabanın havası hava, suyu su... Büyük şehir stresi yok... Küçük kasaba stresi var... Şehre gelip gümrük işinde çalışmaya başlamayı düşünüyor, tanıdık var... Para kazanacak artık... Şimdi rahat kıyafetlerini çıkartmış, atleti yerini büro işi gömleğe bırakmış, şortu dar kota... Saçlar gitmiş sakallar düzelmiş... Kemerine bir telsiz asılı... Yanında biri daha, acele acele bir oraya bir buraya, bir şeyler kovalıyor... Polis oldum, diyor... Fazla bir şey diyemiyor... Belki uğrarım, söz vermeyeyim diyor oturduğum cafe’ye...

İçerde cafe’nin sahibi herhalde, oturduğu yerde kelli felli (kerli felli?), kalantor bir body’ciye benziyor... Bakıştığım kızın yanında oturmuş, gözümü çekiyorum, sonra ayağa kalkıyor, alt tarafı, bacaklarının yarısı... Değnekle yürüyor, çalışıyor yürümeye, iyi başarıyor... Kıza bakıyorum...

Üç tane sakat aynı anda meydanın değişik köşelerinde... Tesadüf?! Turistler dönercide cafe’lerde Türkler... Yakışıklı kotların altına Murtaza ayakkabısı... Bir makyaj hatasına kurban gittiğinin farkında olmayan yaşlı madam...

Yaşlı yazacağım yaşam yazıyorum... Meydan yazacağım meyhane yazıyorum...

Köpekler ve kediler birbirlerine benziyor sadece... Sadece köpekler ve kediler birbirlerine hırlıyor... İnsanların düşmanlıkları görünmüyor... Tinerci çocuklar, değillerse de olacaklar, pahalı bir Fransız sodasını –nereden buldular?- teker teker tadıyorlar, beğenmeyince birbirlerini ıslatarak muziplik yapmakta kullanıyorlar Fransızı... Birbirlerine fırlatıyorlar bitince... Sonra yerliler katılıyor savaşa... Demir heykele tırmanıyorlar, iplerden –sonradan bağlanmış- yardım alıyor bazıları, daha önce mi bağlamışlar, gelir tırmanırız... Biri on kadar ceketi omzuna atmış geçiyor boydan boya meydanı... Mesaileri bitmiş üç dört kadınlı erkekli orta yaşlı memur sohbet ederek geçiyor... Yüksek tavanlı eski binalar, floresan ışıkları, küçücük memurlar... Kot palto giymiş, ağustos sıcağında, başı örtülü genç kız sağına soluna bakmadan...

Üç kadınla kılıksız bir adam aynı anda giriyor soldan... Adam önde kadınlar fonda... Kadınlar şuh kahkahalar atıyor adam içeri bakıyor cafe’den, eli orasında, kopartacak, kadınlar şuh kahkalar atıyor... Bir saniye önce kadraja girmeden mini eteklere bakıp eli orasına, gözümüz üzerinde, gözleri üzerimizde, kim kimi yakaladı... Kadınlar şuh kahkahalar atıyor... Adam yaya yolundaki yayaların yolunu tıkamış, biriyle konuşuyor arabasından, sağdan soldan sıkışarak geçiyor yayalar, konuşması bitiyor hemen, arkalarından korna çalıyor yetişerek çekilin yolumdan, yaya yolumdan... Tahta tezgahı sırtında simitçi, cumhuriyet dönemi. Osmanlı-Türk sentezi simitçileri arıyor, gördüğü yerde ihbar edecek...

Simitçi yazacağıma tenisçi yazıyorum...









KÜÇÜK BİR YARDIM ADAM



Minibüs. Kadının yanına oturan herif. Yan göz herif. Omzunu herif. Bacağını herif. Yavaştan herif. Uzak elini saçlarına götüren kadın. Gayri ihtiyari kadın. Endişeyle kadın. Hemen arkasında oturan adam. Güzel elli kadın, hoş saçlı kadın, güzel bir elle karıştırılan saçlar adam. Kadın. Adam. Elini uzatan adam, eline dokunulan kadın. Eli tutulan kadın. Yavaşça kadın. Fark eden herif. Tüm dikkat toplanmışken herif. Artık bir şey olacakken herif. Toparlanan herif. Başka tarafa bakmaya başlayan herif. İnen herif. Kadının elini hemen bırakmayan adam. Sonra yavaşça bırakan adam. Eli boşlukta öylece kalan kadın. Kucağına inen el kadın. Cam tarafından arkaya çevrilen baş kadın. Aniden kapı tarafına kadın... İnerkenki sırtı görünen adam.









ADAMIN TEKİ



Adamın teki yanıma geldi ve dedi ki: N’olur, beyim yok, sizden rica etsem? dedi kadın. Baktım şöyle bir. Genç de sayılmaz pek. İlgilendim ama, buyur bacım, dedim, varsa bir sorun... Yok, dedi, yaşlıca bir bey, yaklaştı, çekingen. Korkmuş tabii zavallı. Hanfendiciğim, dedi, affınıza sığınıyorum, ama daha fazla uzatmasak. Hayır, Allahın herifi, beni buldu muhatap, yanımda bitti, birşeyler geveliyor. Kabadayılığı her halinden belli bir –özür dileyerek onun kullandığı tabiri kullanacağım: Yarma! ‘Heeey’ diye bağırmış uzaktan; ‘uzatmayın’ demiş; pardon ‘lan!’ demiş; ‘gelmiyim oraya.’ O zaten dünden razıymış, peki abi, demiş, emrin olur, demiş. Anlattı anlattı. Tamam tamam, dedim, rica ederim uzatmayın. Olgun insanlarız hepimiz. Öyle değil mi hanfendiciğim? Uzatmaya ne gerek var? Bence de en iyisi bu beyfendi, dedim. Kavga çıkacak yoksa. Sizden ricam, efendi birisiniz belli, uzatmayalım n’olur! Nasıl istersen ablacım, dedim, sen bana bırak. Burdan yak abi! Hayır uzatsak n’olacak? Kavga çıksa n’olacak da... O anda karar verdim, en iyisi bu işi fazla uzatmamak. Olsun, dedim, hiç gerek yok uzatmaya. Kibarlık bizde kalsın. Yoksa daha da uzardı yani... *

























*AÇIKLAMA:
Öyküyü 4 bölüme ayırabiliriz, 4 kat zarı olan bir soğan gibi düşünülebilir.


Adamın teki yanıma geldi ve dedi ki:(XXX)O anda karar verdim, en iyisi bu işi fazla uzatmamak. Olsun, dedim, hiç gerek yok uzatmaya. Kibarlık bizde kalsın. Yoksa daha da uzardı yani...


(XXX):
N’olur, beyim yok, sizden rica etsem? dedi kadın. Baktım şöyle bir. Genç de sayılmaz pek. İlgilendim ama, buyur bacım, dedim, varsa bir sorun...(YYY)Nasıl istersen ablacım, dedim, sen bana bırak. Burdan yak abi! Hayır uzatsak n’olacak? Kavga çıksa n’olacak da...


(YYY):
Yok, dedi, yaşlıca bir bey, yaklaştı, çekingen. Korkmuş tabii zavallı. Hanfendiciğim, dedi, affınıza sığınıyorum, ama daha fazla uzatmasak.(ZZZ)Bence de en iyisi bu beyfendi, dedim. Kavga çıkacak yoksa. Sizden ricam, efendi birisiniz belli, uzatmayalım n’olur!


(ZZZ):
Hayır, Allahın herifi, beni buldu muhatap, yanımda bitti, birşeyler geveliyor. Kabadayılığı her halinden belli bir –özür dileyerek onun kullandığı tabiri kullanacağım: Yarma! ‘Heeey’ diye bağırmış uzaktan; ‘uzatmayın’ demiş; pardon ‘lan!’ demiş; ‘gelmiyim oraya.’ O zaten dünden razıymış, peki abi, demiş, emrin olur, demiş. Anlattı anlattı. Tamam tamam, dedim, rica ederim uzatmayın. Olgun insanlarız hepimiz. Öyle değil mi hanfendiciğim? Uzatmaya ne gerek var?